Anlamlı

Bir dolunay ilham oldu bana, bu da içindeki boşluğu dolmak bilmeyen, yani ay kadar olamayan insanoğluna ithaf olsun; olsun ki, dolmayan, doldurmaya yürek gerektiği için ve yüreksizliğimizden, yüreksizliğimizi itiraf etmeyelim en azından. Azı bile kalmadı artık, azılı katilleri olduk anılarımızın, ansızın yok olacağımızı bile bile, an’sız yaşadık. anılmayacak adlarımızın ardında, Read more…

Mitos

Mitos I
Tanrı ilk dağları yarattı,
Dağlar ormanları,
Ormanlar hayvanları.
Hayvanlar insanları insan yaptı.
“Peki” dedi aklı karışmış siyah saçlı mavi gözlü küçük kız,
Bilmiş bir şekilde,
“Sizi kim yarattı?” dedi Hamam böceğine,
“Biz hep vardık zaten yavrucuğum” dedi Hamam böceği,
“Ama biz de tanrıyı yarattık…” dedi gülümseyerek,
Hayatın bütün sırlarını öğrenen küçük kızın aklı karışmıştı… (more…)

Söylemek istediklerim var

Aklımda sorular var, aklım boş değil beni düşündüren ruhlar, ruhumu yoran düşünceler var. Kötü olduklarına inanmıyorum, iyi olmadıklarını biliyorum. İkilemler var. İyilik ile kötülük arasındaki çizgide sarhoş gibi yalpaladığımızı inkâr etmeye eyilimlerimiz var…

kirli kalp

“gökyüzü penceremizse, bulutlarda perdelerimiz” demiştin ya, ben de neden perdelerim param parça diyordum… evet, kanadıkça güçleniyordu insan; sevmekse kanatmaktı birazda… bütün bunları söylerken nasıl da anlamadık – atladık kabuk tutmanın nasır tutmayla yakınlığını, aşktaki “kan” bağını… sevginin kancıklığını… ağzımı bozdukları bir yılda hayat bin yıl gibi geçmişti, şimdik bozuklarımı atıyorum kuyuya, düzelicem fakat kaç bin yılda? “tek bir doğrum var, yanlışlarımı götürmeye yetmeyen…” derken ben, öyle yerlere gitmişim ki kendimle yüzleşirken. insan elbet kendisine de masal anlatır, ama neden hep sonunu bu denli kanatır? “bu bizim masalımız, öyküleri biz yazarız”, üzülme bebeğim, elbet biz yalnızkende ağlarız…  (more…)

azizime

Yazı silinmiştir kendi ellerimle, şimdiye kadar yazılmış diğer bütün yazıların da silinmesi ihtimal dahilindedir. Var olan bütün siber ortam cümlelerinin silinmesi de keşke o kadar güçlü olup yapabilseydimler listesindedir. Harfler kelimelere küser, kelimeler cümlelere bıkkınlıkla bakar, çünki aylar öncesinin satırları kolundan paçasından zorla çekiştirilerek getirilir bugünlere, ve hacminin alamayacağı yoğunlukta Read more…

ıslandım

Yağmur yağıyordu, iki gündür bu şekildeydi hava ve sokaklar. Bir günü, seyrediyordum sadece, yağmur fark etmeksizin önceki 364 gün seyrettiğim gibi, sadece bakakalmışlıkla yetindim. Kimisi aşkını emanet ediyor yağmur damlalarına, kimisi can yakacakmış gibi kaçışıyordu ondan… Bense, hasretle bakıyor ve bakıyordum… Seyretmenin en durağan hali… Yağmurun birinci günüydü, 364 günün son günü… Bugün, yağmur sanki iki yaşında… Emekler gibi, patır patır düşüyordu. Sokaklardaydım. Saatler denince insan -ler ekine düşman kalıyor zamanla kol kola girip, dört saat boyu yürüdüm yağmurun altında. Şehrin sokakları ile hasret giderir mi insan? Yağmurla kol kola, diğer yanında yalnızlığın sıcaklığı parmak uçlarımda.

“Yalnız olduğumu hissettim, seni aradım… Yalnız olduğumu anladım…” (more…)

dört eylem

Bir iyilik yapıyorum bu sefer, kimin için bilmiyorum, misâl ki kaldırımlar için, susuyorum. Su içince geçicek cinsten değil bu sefer, sessizliği içiyorum. Sözlerim, ithaf olundukları gözlere kağıt üzerinde, mürekkep lekeleriyle gittiler, göz yaşıyla ıslanıp dağıldılar. Bu seferlik paylaşmak istediklerimse, dört dostumdan kâh eski tozlu kâh yeni mutlu dört ayrı yazım, yazıt, yazı… Hepsinin derdi birbirinden farklı… Kulak verin hıçkırıklarına… Unutmadan, yağmur ve ney’e mâruz kaldım aynı anda, hayatta deri değiştiriyor, şafak 2… (more…)

yazarlar

Yağmura adını sordum,
Kasım dedi…
Sustum.

İyi yazanı bilmem ben, iyi ile kötü arasındaki çizginin bulanıklığı algımın bozukluğundan mıdır onu da bilemem… İyi yazarlar değil, iyi ağlayanlar vardır benim lûgatımda, onlar hep dağlara kaçanlardır… Dağlardaki ormanlar, en iyi yazıları okuyanlardır, gece vakti dinlerseniz eğer, dinlemek erdemini hâlen barındırıyorsa ruhunuz, dalların arasına serpiştirilmiş yıldızlar vardır, iste yazarlar bilir ki en deli onlara yazılır… Çünki o yıldızlar düşe yazanlardır… Rüzgârdan kopuvermiş hassas bir efgalitto yaprağı gibi terk etmiştir bizi yüzyıllar öncesinden, ancak biz o an görür, o an öğreniriz veda ettiğini gökyüzüne… Ne acıdır az önce bakışırken o yıldızla, onun aslında gidiyor olduğunu veya aslında gitmiş olduğunu bilmemek, şu zaman ne gariptir ki, insana gerçeği gereğinden geç göstermektir işi…

(more…)

Bir yazı yazacaktım

Alışmayasın dı bana, alışkanlığın olmayayımdı. Her sabah uyandığında yeniden aşık olasın, her gece yatarken yine vedalaşasındı benimle. Öyle bir sevmek ki bendeki, ve sen öyle pisdin ki, ayaklarının kokusu sendi mesela, ayaklarını öpmem o yüzdendi. Ve vedalaşmam işte bu yüzdendi… O gecenin adı flüt sesiydi, balkon yarına nazırdı ve ben işte o an sevmeye hazırdım. Sana akmalıydım ama nasıl? Ses ve nefes aynı anda yetişmişti imdâdıma… Ne çalmıştım, ne çalmıştım senden, bilemeyişlerimdi ve bilemeyişlerimizdi birbirimizi geceyi sevdiren. Duvarlardan sıkılmıştın ve bunu sana söylemek içini okumak olacaktı, kaçarken odadan dört değil beş duvardı geride bıraktığımız, beşincisi, aramızdakiydi… Çocuk parkında çocukça bakacaktın daha dünyaya, ben de çocuk bakar gibi bakacaktım sana. Öpücük Balığı anımsatacaktı seni bana, sen bana nice satırları anlatacaktır okurken seni anımsadığım, ve sana ulaşmanın yasak olduğu anlarda… Nicedir deniz kenarına gitmediğimizi fark etmemiz burkmasındı içimizi, zaten yeterince bükük tutuyordu ellerimiz ellerimizi. Sonra, sen kitap sayfası olacaktın, ben senin köşeni kıvırıp, satırlarının altını çizecektim, en güzeli de kimse ile paylaşmadığım tek kitap olarak kalacaktın… Yine de sahaflarda var olmayı daha bir başka sevecektin, hele bir kağıda yazı yazmaya göresin, kağıt sararacaktı efkârından… Demiştim ya, bir yazı yazacaktım, kimse sevemeyecekti, sırf içinde sen varsın diye, sevdirmeyecektim benden başka kimseye…

(more…)